Türkçe

Ansiklopedi sitesinden
Gezinti kısmına atla Arama kısmına atla

Yapılan bir sayıma göre , yer yüzünde 2796 dil konuşulmaktadır. Dil bilginleri , diller arasında gramer yapısı ve sözcükler bakımımdan bir takım benzerlikler tespit ederek dünya dillerini “aile“ adını verdiğimiz bir takım gruplara ayırmışlardır. Hint - Avrupa dilleri , Kafkas dilleri , Slav dilleri , Çin - Tibet dilleri ve Ural - Altay dilleri gibi Adından kolayca anlaşılacağı gibi , Ural - Altay dili ailesi Ural dilleri ve Altay dilleri adını alan iki büyük gruba ayrılmaktadır.

Türkçe
TelaffuzTürkçe telaffuz: [ˈtyɾc.t͡ʃe]
Ana dili olanlarTürkiye, KKTC, Kıbrıs, Almanya, Bulgaristan, İran, Kuzey Makedonya, Yunanistan, Azerbaycan, Romanya, Kosova
BölgeKKTC, Kıbrıs, İran, Irak, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Lübnan, Macaristan, Sırbistan, Suriye, Ürdün, ABD, Almanya, Avustralya, Avusturya, Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, Kanada, Lihtenştayn, Norveç, Suudi Arabistan, Ahıska Türklerinin yaşadığı ülkeler. (Özbekistan, Kazakistan v.d.)
EtnisiteTürkiye Türkleri
Konuşan sayısıL1: 84 milyon L2: 6 milyon  (2018)
90 milyon (L1 + L2)
Dil ailesi
Önceki formlar
Standart formlarİstanbul Türkçesi
Diyalektler
Yazı sistemi
Resmî durumu
Resmî dil Türkiye
 Kuzey Kıbrıs
 Kıbrıs Cumhuriyeti
Bölgesel Bosna-Hersek
 Irak
 Kosova
 Kuzey Makedonya
 Bulgaristan
 Romanya
 Yunanistan,
DenetleyenTürk Dil Kurumu
Dil kodları
ISO 639-1tr
ISO 639-2tur
ISO 639-3tur
Linguasphere44-AAB-a parçasıdır
  Türkçenin resmî dil olduğu ülkeler
  Türkçenin bölgesel dil olarak tanındığı ülkeler
  Türkçenin bölgesel dil olarak tanındığı ancak bazı şehirlerde resmî dil olduğu ülkeler
Bu sayfa UFA fonetik Unicode semboller içerir. Doğru bir görüntüleme desteğiniz bulunmadığı takdirde, soru işaretleri, kutular veya diğer Unicode karakterleri görebilirsiniz. IPA sembolleri ile ilgili rehberi okumak için, bakınız Yardım:IPA.

Türk dili “Altay dilleri“ arasında yer alan büyük bir dildir. Asya - Avrupa da çok geniş bir alana yayılmış bu dil bu gün Türkmence - Tatarca - Başkurtça gibi bir takım kollara ayrılmıştır. Türk dilinin bu kollarına bilim çevrelerince “lehçe“ ( veya diyalekt ) adı verilmektedir. Türkçe'nin elde ki yazılı ilk belgeleri 8. yüz yılın ilk yarısına dek çıkar. Ancak bu belgelerde ki dilin gelişmişliği , işlekliği , yazımsal özellikleri Türkçe'nin kaynağının çok daha eskilere uzandığını ortaya koyar.

Türkçe göçler , akınlar yoluyla üç anakarayı kaplayan çok geniş bir alana yayılmıştır. Yüz yıllar boyu bu geniş alanda , çok değişik diller ve ekinlerle alış - verişte bulunmasına karşın , Türkçenin Kök Türkçe ile olan bağlantısı hiç bir zaman kesilmemiştir. Özellikle konuşma dilinde , halk dilinde , yerel dilde bu çok eski Türkçenin geleneği günümüze dek varlığını sürdürmüştür. Avrupa - Asya da geniş alana yayılmış olan 100000000 aşkın büyük bir topluluğun dil bakımından birtakım kollara ayrılması doğaldır.

Ancak çağdaş Türk kolları arasında göze çarpan farklar , bu kolların ortak bir ana dilden çıktığı gerçeğini örtemez. Avrupa bilginler Türk dilinin çağdaş kolları arasında ki yakınlık üzerinde özel olarak durmuşlar ve Balkan Yarım adasından yola çıkan bir gezginin Türkçe bilgisine dayanarak Orta Asya da kolaylıkla dolaşabileceğini vurgulamışlardır.

Bu gün Türkçe adını verdiğimiz dili konuşanlara verilen Türk adının eski bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Ancak bu adın , Türklerin başlangıçtan beri kullandıkları bir ad , Türklerin en eski adı olduğu söylenemez. Türk adı ilk olarak eski Türklerden kalma Orhon yazıtlarında geçmektedir. Türk tarihinin uzmanlarından Wilhelm Barthold ‘ e göre de Türk adının VI. yüzyıldan önce kullanıldığı düşünülemez.

Türk adının köken - anlamı bilim çevrelerinde sık sık tartışılmıştır. Başlangıçta bu adın Türkçe “türümek“ ( türemek ) kökünden geldiği ve yaratık anlamında kullanıldığı ileri sürülmüştür. Eski Türk yazıtlarını çözmüş olan Danimarkalı dil bilgini Wilhelm Thomsen son çalışmalarında Türk adının ayrı bir boyun veya daha çok ayrı bir hanı ( Hükümdar ) soyunun adı olduğu söylemiştir.

Ona göre Türk adı eski Türkçede “güç - kuvvet“ anlamına gelen Türk sözüyle birleştirile bilir. Türk sözünün “güç“ anlamına geldiğine eski Türkçe de kullanılan “ertürk“ sözü açık bir tanıktır. Eski Türk yazıtlarında ayrı bir boyun adı olarak geçen Türk adı , sonradan bu günkü yaygın kapsamını almış , yani Türkçe konuşan bütün kolları içine alan bir ad olmuştur. Wilhelm Barthold Türk adının ortak bir ad olarak kullanılmasının Müslüman kavimlerin eseri olduğunu vurgulamaktadır.

Ona göre Araplar birçok kavmin dillerinin VII ve VIII yüzyıllarda savaştıkları Türklerin diline benzediğini fark etmişler ve bunun üzerine hepsini Türk olarak adlandırmaya başlamışlardır. Türk adı Barthold bildirdiği gibi VI yüzyıldan bu yana kullanılan bir ad dır. Ancak bu , Türk dilinin bu tarihten önceki çağlarda kullanılmadığı anlamına gelemez. Bu gün Türk dili adı altında toplanan kolların eski çağlara çıktığı açıktır.

Çeşitli adlarla anılan Türk kollarının eski bir ortak dilden çıktığını biliyoruz. Çağdaş Türk kollarının birleştiği bu ortak dil , dil biliminde Ana Türkçe adını almaktadır. Bu ana dilin konuşulduğu toprakları da Türklerin ana yurdu saymaktayız. Türklerin ana yurdu sorunu , Türkoloji çevrelerinde eskiden beri sık sık tartışılmışsa da bu yolda bu güne değin açık bir sonuca varılamamıştır.

Türkologlar arasında yaygınlık kazanan bir inanca göre Türkler bundan 4 bin yıl önce ana yurtlarından ayrılmaya , dağılmaya başlamışlardır. Elimizde bu çağdan kalma bir kanıt bulunmaması doğaldır. Ancak eski ve yeni Türk lehçelerini karşılaştırmak yoluyla Ana Türkçe'nin gerek ses ve gramer yapısı gerek söz varlığı üzerine açık bilgiler elde edilebilir. Türk dilinin en eski yazılı kanıtları Moğolistan’da Orhon ırmağı boyunda bulunmuştur.

Eski Türk yazıtlarının 1250 yıllık bir geçmişi olduğunu biliyoruz. Dünya dilleri arasında bu kadar eski anıtlara sahip olan diller azdır. Örnek olarak Rus dilinin en eski eseri 12. yüzyıldan kalma bir destandır. Macarların en eski eseri 13. yüzyılda yazılmıştır. Eski Türk yazıtları Türk dilinin daha o çağlarda gelişmiş bir dil değerini kazandığını göstermektedir. Bu düzeye gelmek için dilimizin uzun bir gelişme geçirdiği açıktır.

Çuvaş ve Yakutların ana yurtlarından erken çağda ayrıldıkları anlaşılıyor. Bu bakımdan Çuvaş - Yakut dilleriyle ana yurtlarında kalan Türklerin dilleri arasında ses - yapı yönlerinden derin farklar oluşmuştur. Çuvaş ve Yakutların ayrılmasından sonra ana yurtlarında kalan Türklerin dillerinde her yönden büyük bir benzerlik ve yakınlık göze çarpar. Bu Türklerin dillerine dil bilimin de Ortak Türkçe denir. Türklerin ana yurtlarından ayrılmaları üzerine lehçe ( veya diyalekt ) adını verdiğimiz kollar oluştu.

Türk kolları arasında ki farklar anlaşmayı güçleştirecek ölçüde derinleşmemiştir. Örnek olarak: Baş - göz , ağız - kulak - ayak - kol - burun - diş - karın - göbek - et - süt - ağaç - ot - gün - ak - kara - gök - sarı - at - sığır - inek - koyun - kuzu - kuş - kan - kuyruk - dağ - taş - toprak - su - göl - deniz - üç - beş - sekiz gibi sözler bütün Türk kollarında ortaktır. Yalnız bu sözlerin söylenişin de bir takım farklar oluşmuştur.

Örnek olarak , göz sözü eki ve yeni Türkçe lehçelerinde köz - küz olarak kullanılır. baş sözü de lehçelerde bas - paş - pas biçiminde geçer. Türkçe ağız sözü ağıs - as - avuz - auz - az bunun gibi ayak sözü adak - azak - , dağ sözü tağ - tav - tau - tö - tu olarak kullanılır. Çuvaşça ve Yakutça da ses bakımından daha büyük farklar vardır. Örnek olarak Türkçe de ayak ( adak) sözü Çuvaşça da ura , Yakutça da atah olarak geçer.

Türkçe sekiz yerine Çuvaşça da sakkar , Yakutça da ağıs , Türkçe de dokuz ( tokuz ) yerine Çuvaşça da tavar , Yakutça da toğus tur. Lehçelerin büyük bir bölümün de Türkçenin a , e , ı , i , o , ö , u , ü gibi ünlüleri normal olarak saklanmıştır. Ana Türkçenin r , l , n , m , k , t gibi ünsüzleri de lehçelerde normal olarak olduğu gibi kalmıştır. Yalnız Ana Türkçenin d ünsüzü bu lehçeler de z - s ve y ye çevrilmiştir.

Eski Türkçe de adak sözü lehçeler de azak ve daha sonra da ayak biçimini almıştır. kuduruk önce kuzuruk = kuzruk = kuyruk biçimine girmiştir. Eski Türkçe kadın ( ağaç adı ) kazın biçimini aldıktan sonra da kayın ‘ a dönüşmüştür. Örnek olarak yular yalnız Anadolu Türkçe sin de kullanılan bir sözdür. Bu sebeple bir dil uzmanı Rumca'dan alındığını ileri sürmüştür.

Oysa bu söz bugün Yakut Türkleri arasın da kullanılmakta , karşılığı sular ( Türkçe y sesleri Yakutça da s ye dönüşmüştür. ) Anadolu Türkleri ile Kuzey Doğu Sibirya da yaşayan Yakutlar arasında ana yurt dan uzaklaştıkları çağdan beri bağlantı kurulamamıştır. Bu durum da bu seslerin Ana Türkçe den kaldığı açıktır. Ana Türkçe de kullanıldığı anlaşılan söz - kavramlar bize Türklerin ana yurduna ilişkin bilgiler de verebilir.

Örnek olarak: Ana Türkçe de kullanılan kayın sözüne dayanılarak Türklerin anayurdu da kayın ağaçının , söğüt ağaçının yetiştiği söylenebilir. Türkçe de söğüt ana Türkçe de bir söz Yakutça da karşılığı üöt dür. Dilerin en kolay değişen bölümü söz dağarcığıdır . Bir yanda iç gelişmeler , - yabancı etkiler sonun da dillerin söz dağarcığı sürekli olarak gelişir. Buna karşılık dillerin gramer yapısı kolay kolay değişmez.

Eski Türkçe de “çizme“ ye etük adı verildiğini biliyoruz. Bu ad çağdaş lehçeler de etik olarak kalmış Anadolu da ise edik biçimini almıştır. ( Bu sözün çedik - içedik biçimini alan bir türevi de vardır. ) Dilimiz de eski bir geçmişi çıkan edik - etik - etük yerine bu gün kullanılan çizme büs bütün yeni bir addır. Çizme de edik ‘ e dayanan bir türevdir. Eskiden dilimizde çizme yerine çizme edik adı kullanılıyordu.

Bu adın daha eski biçimi özme edik tir. Çözmek yoluyla kullanılan ( uzun konçlu ) edik anlamına gelenbu ad , edik 2 in benzeştirici etkisi sonunda çizme edik biçimine girmiş , daha sonra da edik bırakılarak izme olarak yaygınlık kazanmıştır. Bu olaya dil biliminde ellipse adı verilmektedir. Buna göre çizme , elliptique bir türevdir. Türkçe de bastırma et adının bastırma = Pastırma biçimi de alması da elliptique bir olaydır.

Dilimizde “göze , kaynak , pınar“ olarak kullandığımız eşme sözü de elliptique bir türevdir. Başlangıçta eşme pınar olarak kullanılan bu söz sonra dan eşme biçimini almıştır. Dilimiz de eşmek “toprağı kazmak“ anlamına gelmektedir. Buna göre eşme pınar da toprağı kazarak açılan pınar demektir. Sütlü - aş = sütlaç , ovma - aş = ovmaç. Ana yurtlarından ayrılan Türklerin dillerinde bir çok yeni türevin oluştuğu göze çarpıyor.

Örnek olarak Türk kollarının bir bölümünde dudak = tutak sözü kullanılırken bir bölümünde de erin kelimesi yaygınlık kazanmıştır. Çekirge yerine sarınçka biçimi geçmiştir. Türk kollarının söz dağarcığında gözlediğimiz bu iç gelişmeler bir takım lehçe gruplarının oluşmasına yol açmıştır. Oğuz ve Kıpçak lehçeleri gibi. Dilimiz özellikle Anadolu toprakların da bir yandan yerli veya komşu dillerden bir takım alıntılar aktarırken bir yandan da iç gelişmelerle yeni bir çok söz ve türev kazanmıştır.

Anadolu Türkçe sin de kullanılan imece buna bir örnektir. Bu gün Anadolu ağızların da imece yerine daha çok imeci - ( meci) biçiminde kullanıldığını görüyoruz. Karşılıklı yardımlaşma yoluna verilen imece = imeci adının Türk lehçelerinde “yardım“ anlamında kullanılan üme kelimesinden geldiği açıktır. Buna göre ümeci Anadolu ağızlarında imeci = imece biçimlerini almıştır. Türkçe güzel sözü göz kökünden yapılmıştır. “gözle görülmeye değer“ anlamına gelen bu sözün yurdumuz da daha çok gözel olarak kullanılması doğaldır.

Örnek sözünün eski Türkçe de körnek biçiminde kullanılıp körnek = görmek kökünden türemiştir. Kaplumbağa sözü de dilimiz de kaplu ( kaplı ) bağa biçiminde geçtiğini sonradan kaplumbağa olmuştur. Bu örnekler dilimizin Türkçe köklerden Türkçe eklerle sürekli olarak birçok yeni türev yaratma gücüne sahip olduğu ortaya koymaktadır. Eski söz varlığımız büyük bir bölümünü olduğu gibi saklayan ve iç gelişme yoluyla sürekli olarak yeni türevler yaratan dilimizin en zengin çağdaş Türk lehçesi olduğudur.

Eski çağlardan başlayarak dilimize yabancı kökenli bir takım kelimelerin girmesi ve komşu dillerin ağır baskısında kaldığını görmekteyiz. Bütün eski ve büyük diller gibi Türkçe'nin de yabancı dillerden bir çok kelime aldığı bir gerçektir. Ancak Türkçe'nin bu yönden komşu dillere borçlu kaldığını sanmak yanlıştır. İlişliler tek yanlı kalmamış alıcı olduğu gibi verici olarak komşu dillere bir çok yeni kavramlar kazandırmıştır.

Örneklere Macarca dan başlayalım. Eski çağlardan başlayarak bu dile bir kaç yüz kelime verdiğimizi biliyoruz. Örnek: arpa - arpa , balta - balta , köpönyeg - kepenek , kecske - keçi , ökür - öküz , kender - kendir , kapu - kapı zakal - sakal , teknö - tekne , szel - yel , tokylo - toklu , szirt - sırt , kek - kök , tanu - tanık. Bu sözlere karşılık Macarca dan aldığımız kelimelerin sayısı 3 - 5 geçmez.

Balkan dillerinde de Türkçe alıntıların büyük yer tuttuğunu görüyoruz. Sırpça - Hırvatça da - Türkçe alıntıların sayısının 6878 olarak tespit edilmiştir. Örnek: aga - ağa , ajran - ayran , araba - araba , barjam - bayram , badem - badem , badzanak - bacanak , bubreğ - böbrek , balduza - baldız , burek - börek , bunar - pınar , bakar - bakır , cador - çadır , boja - boya , cupruja - köprü , bondzuk - boncuk , cumur - kömür , canak - çanak , düşek - döşek , gerdek - gerdek , papuca - papuç , duvak - duvak , jatak - yatak , sandzak - sancak , kajmak - kaymak , sudzuk - sucuk g.ibi.

Arnavutça dada Türkçe alıntıların büyük yer tuttuğunu biliyoruz. Örnekler: araba - araba , ashik - aşık , bair - bayıur , baxhi - bacı , barjak - bayrak , bakllava - baklava , bullgur - bulgur , çaki - çakı , çante - çanta , dygme - düğme , jufke - yufka , jordan - yorgan , kaik - kayık , jetek - etek , bybrek - böbrek , boj - boy , çubuk - çubuk , kaish - kayış , kajmak - kaymak , kajsi - kayısı gibi.

Balkan dillerinde kullanılan bu alıntıların çokluğuna karşılık Türkçe , Sırpça - Bulgarca gibi slav dillerinden ancak bir kaç kelime almıştır. Örnekler: Gocuk - kocuk , kuluçka - yarka - çete - soyka - koca kelimeleri Bulgarca'dır. Kalas - masa sözü Romence'dir. Balkan dillerin de kullanılan Türkçe alıntılan Anadolu dan gelip Balkan topraklarına yerleşen Türklerin dilinden alınmıştır. Bu bakımdan bu alıntıların açıklamasın da balkan topraklarında oluşan Türk ağızlarının tanıklığını kullanmak gerekir.

Buna karşılık geniş bir alana yayılmış olan Rusça da gördüğümüz Türkçe alıntılar , Tatarca - Başkurtca Kazakça - Kırgızca gibi Türk lehçelerinden geçmiştir. Bu alıntılar arasında Çuvaşça , Yakutça öğeler vardır. Rusça da Türkiye Türkçe sinden alınma bir takım sözlerin kullanıldığını da görüyoruz. Bütün bu alıntıların sayısı toplu olarak 2000 ‘ i aşmaktadır. Örnekler: ajva - ayva , altyn - altın , arbuz - karbuz , basdma - basma , başibuzuk - başı bozuk , elan - alan , kolpak - kalpak , kendyr - kendir , kusak - kuşak , ciburek - çiğbörek , tolmaç - dilmaç , jagurt - yoğurt , curek - çörek , kirpic - kerpiç , kazan - kazan , barsuk - porsuk , surma - sürme.

Rusça dan aldığımız kelimelere gelince: Kapuska - piruhi - semaver gibi. Sözlüğümüz de Arapça ve Farsça alıntıların büyük bir yer tuttuğu bir gerçektir. Buna karşılık Türkçe de Arapça ve Farsça ya bir çok yeni kavram kazandırmıştır. Çağdaş Türk lehçeleri arasında özel bir yer tutan Türkiye Türkçe sinden Azeri Türkçesi , Türkmence gibi Oğuz lehçelerine bir çok söz geçmiştir. Ayrıca İtalyan ve özellikle Rum kökenli alıntıların Türkçe den Azeri ve Türkmen lehçelerine geçtiği gözlenmiştir.

Türkçe köklerden Türkçe eklerle sürekli olarak yeni türev yaratma gücüne sahip olan dilimiz , yalnız sözvarlığını geliştirmekle kalmayarak güzelliğini artırmaktadır. Dillerin güzelliği , dil biliminde ünlü adını verdiğimiz a , e , ı , i , o , ö , u , ü gibi seslerin çokluğuna bağlıdır. Bu gün yalnız Anadolu ağızlarında kullanılan “ kapalı e “ yi saymazsak Türkçe de 8 ünlü vardır. Türkçenin hece yapısın da ünlüler özel yer tutar. Dilimiz de bir tek ünlüden oluşan heceler çoktur.

Ancak çoklukla bir , iki , üç ünsü bir ünlü ile birleşerek bir hece kurarlar. o , su , aş , yol , alt , yurt. Bu örneklere göre , Türkçe de hecenin temelini oluşturan ünlüden önce bir , sonra da iki ünsüz bulunur. Dilimiz de çoklukla bir veya iki ünsüz bir ünlüyle birleşerek bir hece kurarlar. Üç ünsüzle bir ünlünün birleşmesinden oluşan hecelerin sayısı azdır. dört , kurt , sırt , yurt gibi.

Yabancı dillerden alınan ve Türkçe'nin hece yapısına aykırı düşen sözleri Türkçeleştiririz. Türkçe'nin hece örneklerine uymayan çift ünsüzleri yabancı sözün başındaysa önlerine dar bir ünlü getirip heceyi ikiye böleriz. İtalyanca scala - Türkçe iskele , Fransızca station - Türkçe istasyon gibi. Buna karşılık , çift ünsüz yabancı sözün sonundaysa aralarına dar bir ünlü getirip heceyi ikiye ayırırız.

Arapça ilm Türkçe de ilim , Arapça isim Türkçe isim , Farsça şehr Türkçe şehir örnekleri. Ancak hece sonlarında ki çift ünsüzler arasına getirilen ünlüler çekimde çokluk düşerler. İlim - ilmi , isim - ismi , şehir - şehri ( Türkçe de de örnekler vardır.) ağız - ağzı , gönül - gönlü. Yabancı dillerden aldığımız bütün sözlerin Türkçe hece yapısına uyması beklenemez. Türkçenin hece yapısına uyan alıntılar olduğu gibi saklanmışsa da düzeni bozan sözlere dilimizin yapısına uyan biçimler verilmiştir.

İtalyanca dan gelen iskele , Fransızca dan alınan istasyon örneklerinde olduğu gibi. Bulgarca' da klocka sözü dilimiz de kuluçka olarak yaygınlaşmıştır. Bu örnekte iki ünsüz arasına bir ünlü türemiştir. Daha yakın çağlarda ve özellikle son yıllarda aldığımız yabancı öğeler ise ses bakımından değişikliğe uğramamışlardır. Yeni alıntılar da ve konuk sözlerde yabancı dillerin sp , ps , st , tr gibi ünsüz düğümleri dilimiz de olduğu gibi saklanmaktadır. Bu tür yabancı sözlerin dilimizi güzelleştirdiği düşünülemez.

Soruna bu açıdan yaklaştığımız da Türkçe deki yabancı öğelere karşı açılan savaşın dilimizin güzelleşmesine de katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Türkçe sözlerin çoğalması dilimizin güzelleşmesini bir kat artıracaktır. Dil bilimciler , en güzel dilleri tespit etmek üzere diller arasında ünlüler ve ünsüzler bakımından bir takım karşılaştırmalar yapmışlardır. Bu karşılaştırmalar sonunda İtalyanca - Macarca - Fince - Türkçe gibi dillerde ünlülerin büyük yer tuttuğu anlaşılmıştır.

Buna göre en güzel Avrupa dilleri arasında Türkçenin de yer aldığı ortaya çıkmıştır. Dilimizin gücü , Türkçe köklerden Türkçe eklerle bir çok yeni türev yaratma kolaylığında ortaya çıkmaktadır . Örnek olarak: ev , den evci , evcil , evcilleşmek , evcilleştirmek , evcimen , evermek , evlendirmek , evli , evlilik gibi. Göz , den gözcü , gözcülül , gözde , göze , gözetim , gözetmek , gözetlemek , gözlem , gözlemci , gözleme , gözlemek , gözlemlemek , gözlük , gözlükçü , gözlükçülük , gözlüklü , gözlüksüz , gözükmek gibi. Yeni türev ve biçimler yaratılabilmektedir.

Türkçe de sözlerle alıntılar arasında ki oranı tespit etmek için sözlerin konuşma dilinde ki sıklığını , frekansını ölçü olarak almak şarttır. Türkçe , bu engin uzam - süre içinde zaman zaman en çok da yöneticilerin ve bunlara yakın çevrelerin aymazlığından dolayı , yabancı dillerin egemenliğine karşı uğraş vermek zorunda kalmıştır. Özellikle Türklerin İslamlığı benimsemesi ile başlayan Arap çanın ve Arap yazısının egemenliği Anadolu Selçukluları döneminde bilim - tüze - dış yazışmalar da kendini gösterdiği gibi , yazında , iç yazışmalarda Farsça ağır basmıştır. Bununla da kalmayıp bu diller zaman zaman devlet dili olarak benimsenmiştir.

Halkın dilinde tüm canlılığı ile yaşayan , Orta ön Asya dan her göç dalgası ile Anadolu da taze can bulan Türkçe ye dönüş , Anadolu Beylikleri döneminde doru noktasına ulaşmıştır. Osmanlıların ilk dönemlerinde de sürmüştür. Ancak !6. yüzyıl dan başlayarak yöneticiler çevresinde Arapça - Farsça ya düşkünlük yeniden ortaya çıkmış , Arapça _ Farsça - Türkçe den oluşan karma - yapay bir dil Osmanlıca ortaya çıkmıştır.

Dahası Osmanlıca bu yabancı dillerden yalnız sözcük almakla yetinmemiş , dil bilgisi kurallarını da almıştır. Kimi zaman da alındığı dilin kurallarına aykırı sözcükler türetilmiş , açıkçası uydurmacılığa baş vurulmuştur. Türkçe'nin bu karma dilde ki payı gün geçtikçe azalmış , hele süslü yazmaya düşkün olanlar da ancak upuzun tümce sonlarını belirleyen koçaşlarla sınırlanmıştır. Konuşmalar da Türkçe kullanmak ayıp sayılmış , “ kaba “ bir anlatım aracı diye aşağılanmıştır.

Batılılar la ilişkilerin arttığı son dönem de , özellikle Tanzimat la birlikte , Osmanlıca batı dillerinden de etkilenmiştir. Ayrıca yeni buluşlar , işleyimler , bilim , bilim konuları , kavramlar ortaya çıkınca bunların karşılığı olan yeni sözcükler - yeni terimler yaratılması zorunluğu duyulmuştur. Osmanlıca bu durumda tek çıkış yolunu , Türkçe'nin dışında ki dillerden ölçüsüz , çoğunlukla da kural dışı yollardan yararlanmakta bulmuştur.

Ödünçleme alınan yabancı sözcüklerin bilinen anlamlarına yeni anlamlar yüklenerek , bu diller deyeni sözcük - terimler türetilerek , kendine özgü , herkesin kolayca içinden çıkamayacağı bir “ uydurma dil “ yaratılmıştır. Bunun sonucunda Osmanlıcanın son döneminde artık öyle bir yere varılmış ki hangi kavramın karşılığı olduğu , ayraç içinde ki Batılı sözlükle belirtilmedikçe , Arapçayı çok iyi bilenlerin bile anlamadıkları sözcükler - terimler kargaşası ortaya çıktı.

Oysa bu süreç içinde kökeniyle göbek bağının kesilmediğini belirttiğimiz Türkçe , halk arasında halk yazının da bütün canlılığıyla varlığını sürdürmekteydi. Kuşkusuz , söz dili ile yazı dili , halkın dili ile yöneticiler çevresinin , aydınların dili arasında böylesine bir uçurum oluşması , zaman zaman sert tartışmalara - tepkilere yol açmış ve bunun önlenmesi yolları araştırılmıştır. Ne var ki bu sorunun kesin çözümü ancak Cumhuriyetten sonra sağlanabilmiştir.

Bu konuda ki öncülük ve önderlik Atatürk'ündür. Osmanlıca ile yetiştiği , Osmanlıca öğrenim gördüğü , beğenisi Osmanlıca ile beslendiği , Nutuk ‘ un ortaya koyduğu üzere , Osmanlı canın en son ve yetkin örneklerinden birini verdiği halde Atatürk Türkçe'nin gücüne , varsallığına , olanaklarına yürekten inanıyordu. Ayrıca o ulus olmanın , ulusallığın temel ögelerinden birinin ulusal dil bilincinden kaynaklandığını biliyor bundan dolayı da ülkenin bağımsızlığı ile dilin bağımsızlığını ayni düzeyde , ayni değer de görüyordu.

Atatürk ilkelerini oluşturan temellerden Halkçılık , yeni Türk Cumhuriyetinin ezici çoğunluğunu oluşturan Türk halkının kullandığı dilin , ulusal dil olması gerektirdiği gibi , halkın en kısa sürede eğitim - öğretimi çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi de kolaylıkla öğrenilebilecek , benimsenebilecek bir iletişim aracına bağlıydı. Böyle bir iletişim aracı , girişilmesi tasarlanan devrimlerin başarıya ulaşması için de gerekliydi. Bundan dolayı Dil devriminin Atatürk devrimlerinin ilklerinden biri oluşu , üstelik yazı devrimi ile başlaması bir rastlantı değildir.

Dil Devrimi 1928 ‘ de yeni Türk yazısının benimsemesi ile başladı. Türkçenin yapısına çok uygun kolaylıkla öğrenilebilir ve öğretilebilir yazı - dil yüzde sekseni okur - yazar olmayan bir halkın yararına sunuluyordu. Yeni yazıyla birlikte , buna uygun yazım kuralları da saptandı. Görüldü ki yeni yazı Türkçe yönünden yazım da hiç bir önemli güçlük çıkarmıyordu. Güçlükler dil de ki yabancı sözcüklerden , kurallardan kaynaklanıyordu.

Bu yabancı öğeler dilden temizlenip yerlerini Türkçeleri aldıkça , yazım güçlükleri de kendiliğinden çözüme ulaşacaktı. Türkçe sözlüklerde yer alan kelimeler arasında alıntıların büyük yer tutması , ilk bakışta düşündürücüdür. Ancak bütün büyük dillerin bu yönden Türkçe ye benzediğini de unutmayalım. Türkçe köklerden gelen kelimelerin ve Türkçe eklerle yapılan türevlerin yazı ve konuşma dilimizde ki yerini göz önüne getirelim. ve bu kelime - türevlerin günlük yaşamda ki yerini düşünelim.

Almak - vermek - gelmek - gitmek - yemek - içmek - yatmak - kalkmak - yazmak - çizmek - okumak - görmek - duymak - ay - yıl - gün - yaz - kış - ağız el - kol su - toprak gibi Türkçe sözlerin yaşamamız da çok büyük yer tuttuğu açık bir gerçektir. Türkçe sözlerle alıntılar arasında ki oranı tespit etmek için sözlerin konuşma dilinde ki sıklığını - frekansını ölçü olarak almak şarttır.

Örnek olarak: yapmak - almak - vermek - görmek - bitmek - bilmek - eski - yeni - yol - bıçak - çatal - kaşık - su - baş - göz - ayak - yer - yüz gibi Türkçe sözlerin günde kaç kez kullanıldığı göz önüne alırken; anket - balo - dans - fuar - jest - loca - lojman - kamping - kontenjan - faktör - sansür - sürpriz - sembol - lisans - küpeşte - ofis - vantilatör - şamandıra gibi kelimelerin kaç kez geçtiğini düşünelim.

Ayrıca bu örnekler yanında sözlüklerimize ancak konuk olarak giren: bumerang - jinjitsi - harakiri - pankras - vantrilog gibi bir takım öğelere de sayalım. Bu duruma göre sözcükler üzerine yapılacak sayımların , Türkçe sözlerle alıntılar arasında ki oranı gerçeğe uygun bir biçim de gösteremeyeceği açıktır. Frekans , yani kullanım sıklığına dayanacak sayımlarda Türkçenin ağırlık kazanacağı açık gerçektir.

Türkçe köklere bir takım ekler getirmek suretiyle yeni türevler yaratıldığını gördük. Türkçe deki ekler , işlek ve işlekliklerini yitirmiş ekler olarak iki bölüme ayrılabilir. Dilimizde cı - ci - cu - cü - çı - çi - çu - çü - ve lı - li - lü - ve lık - lik - luk - lük ekleri işlek eklerdir. Türkçe geçit kelimesin de gördüğümüz - t - eki bu gün işlekliğini yitirmiştir. Dil devriminin ilk yıllarında bu ekle bir takım türevler yapılmıştır.

Anıt - taşıt - yakıt gibi türevler tutmuşsa da yapıt biçimi tepki ile karşılanmış sonradan konuşma diline girmeye başlamıştır. Doğum - ölüm - döküm - akım - verim - bakım - yıkım - söküm - alım - satım - takım gibi türevler de gördüğümüz - m - eki işlek olup Dil devrimi bu ekle bir çok türev kazanmıştır. Türkçe'nin eklerini özellikler işlek eklerini kullanmak suretiyle yeni türevler yaratma kolaylığı vardır.

Dilimizde eklerin sağladığı bütün imkanları kullandığımız söylenemez. Örnek olarak: yakıt sözüne - çı - ekini getirmek suretiyle yakıtçı sözü yaratılabilir . Ayrıca bu türeve - lık - eki getirilerek - yakıtçılık - biçimi oluşturulabilir. Yakıt sözüne - lık - eki getirilerek ( yakıt saklanan yer) yakıtlık adı verilebilir. Kömürlük - odunluk gibi. Bütün dillerde yeni türevler yaratmada kullanılan bir takım yollar vardır.

Sürekli bir gelişme için deki diller bu yollardan yararlanarak yeni türevler yaratırlar. Dillerde kullanılan bütün kelimelerin sözlüklere geçirilmesi , Sözlük yazarlarının üzerinde titizlikle durdukları bir amaçtır. Ancak bu yolda ki çabalara rağmen bütün kelimeleri Sözlüklere geçirildiğini söylemek güçtür. Dilimiz deki kök ve eklerin yeni kavramların n karşılanmasında yetersiz kaldığı durumlarda yabancı dillere baş vurulabilir.

Yabancı sözlerin bir bölümü dilimize eski çağlarda geçmiştir. Bu bakımdan bu öğelerin yabancı dillerden geldikleri ilk bakışta ayırt edilemez. Bu eski alıntılara ek olarak dilimize yeni bir takım sözlerde girmektedir. Bu yabancı öğelerin dilimizde yerleşip - yerleşmeyeceğini söylemek güçtür. Bu bakımdan bu sözlere alıntı yerine daha çok yabancı söz adını veriyoruz. Yabancı sözlerin bir bölümünün dilimiz de geçici bir süre kaldığı görülmektedir.

Bu tür yabancı kökenli sözler Dil biliminde konuk söz olarak adlandırılmaktadır. Örnek: Fransızcadan aldığımız envertisman ( investissement ) başlangıçta olduğu gibi aktardığımız bu sözü sonradan dilimize yatırım olarak karşılayabileceğimizi gördük. Bu karşılığa - çı - ve - lık - ekleri getirerek yatırımcı - ve yatırımcılık türevlerini de kazandık. Bu durum karşısında Fransızca envestisman dilimiz de bir konuk söz olarak kaldı.

Dilimiz de sık sık kullandığımız bir takım yabancı sözler vardır. İtalyanca andante - andantino - forte - moderato gibi . İngilizce: by - pass - , check - up , weekend gibi. İngilizce fuel oil örneğini işleyelim: Ham petrolden elde edilen Benzin - mazot - gazyağı gibi sıvı olan yakacaklara toplu olarak akar yakıt adını veriyoruz. fuel oil de ham petrolden elde edilen yakacaktır.

Yakıt olarak kullandığımız bu türeve yağ yakıt veya yakıt yağı gibi karşılıklar düşünüldü ise de fuel oil dilimiz de olduğu gibi kaldı. Bu sözün İngilizce yazımı da saklandı. Buna benzer yeni alıntılar da yabancı yazıma uyulması bütün kültür dillerinde yaygın bir gelenektir. Yabancı yazımı kullanmakla bu alıntıları konuk söz saydığımızı ve geçici olarak kullandığımızı gösteriyoruz. Türk halkı dilimizin sağladığı söz yaratma kolaylıklarından sürekli yararlanmaktadır.

Türk yazarları da gerek duydukları yeni kavramları dile getirmek amacıyla yeni türevler ve biçimler yaratabilmektedir. Örnek olarak: Tarık Buğra ( yazar ) bir yazısın da kardeş - kardaş - karındaş - arkadaş - yoldaş gibi eski türevlerden örneklenerek dildaş biçimini kullanmıştır. Yaratılan bu türev , dilimizde bu güne değin açık kalmış bir kavramı karşılıyordu. Türkçe de soydaş ‘ tan farklı bir kavram olarak dildaş sözlükte yerini almıştır. Bu türeve - lık - ekini getirerek dildaşlık biçimi de kullanılabilir. Türkçe kardeşlik - arkadaşlık - soydaşlık gibi. Başka bir örnek Ruşen Eşref Ünaydın ( yazar ) bir eserin de yıkıntı sözü yanın da yakıntı biçimini kullanmıştır. Bunu yaratırken akıntı - birikinti - çöküntü - döküntü ile benzerlikler kurmuştur.

Dilimizin kurallarına uyan bu yeni türev de Sözlük te yerini almıştır. Yahya Kemal Beyatlı ( şair ) bir şiirinde özlenti biçimin de yer vermişti . İlk defa kullanılan bu türev de sözlüklere girmiş , ancak dilimiz de - hasret - olarak daha çok özlem sözü yer tutmuştur. Türkçe'mizin Dil Devriminin yol açtığı bir geçiş döneminin sorunlarını yaşadığını unutmayalım. Bu geçiş dönemin de eski terimlerle yeni karşılıklar arasın da bir ayırım yapmak güçtür.

Sözlük , kelime ve deyimleri açıklayan bir eserdir. Sözlük yazarları eski ve yeni kelimeler arasında bir seçim yapma sorumluluğunu üzerlerine almamaya özen göstermişlerdir. Bu geçiş döneminde eski ve yeninin bir süre daha yan yana yaşaması doğaldır. Bu süre dolduktan sonra yaşama gücü gösteren sözler yerini alacak , diğerleri kaybolacaklardır. Dilimizin kurallarına uygun olarak türetilen söz ve karşılıklar yaşama savaşını kazanacaklardır.

Son yıllar da dilimiz bir çok yeni terim kazanmıştır. Bu terimlerin büyük bölümü öğretim kuruluşlarında ve bilim çevrelerinde kullanılmaktadır. Bu terimlerin Türkçe karşılıkları sık sık tartışılan bir konu olarak devam etmektedir. Dil inkılabı alanında çalışmalar sonunda Doğu dillerinden alınma bir çok kelimelerin dilimiz de eski değerini yitirdiği görülmektedir. Yeni yazarlarımızın eserlerin de yerel ağızlarda kullanılan söz - deyişlerin arttığı gözlenmiştir.

Bundan dolayı yazı devriminin ardından , yazı dilinin , gündelik dilin ve terimlerin Türkçeleştirilmesi başladı. Geniş halk yığınlarına yeni yazının öğretilmesi için nasıl “Millet mektepleri“ yoluyla yoğun bir çabaya girişilmişse; Türkçeleştirme içinde öğretmenlerin , öğrencilerin , aydınların , görevlilerin el birliği ile tüm yurda halk ağzından söz derleme çabasına girişildi. Bu çaba eldeki yazılı dil belgelerinin taranması ile desteklendi.. Buna koşut olarak , terimlerin Türkçeleştirilmesine de başlandı.

Türkçe ye bir çok yeni sözcük ve terim kazandıran , yeni terimlerle bir geometri kitabı da yazarak bu konuda örnek veren Atatürk , 1938 de orta öğretimde öğretimin Türkçe terimlerle gerçekleştirilmeye başlamasını kültür ( ekin ) yaşamımız için büyük bir olay saymaktaydı. Atatürk bütün bu Türkçeleştirme çalışmalarında tüm devlet örgütünün katkısını sağladığı gibi isteyen herkesin Dil Devrimine katılabilmesi ve bu devrimde kılavuzluk yapmak üzere 1932 yılın da Türk Dil Kurumunu oluşturdu.

Atatürk 1936 yılında ki bir konuşmasın da Türk Dil Kurumunun Akademiye dönüşmesi dileğinde bulunmakla birlikte hiç bir vakit geleneksel bir akademi olarak düşünmemiştir. Akademilerin tutucu kemikleşmiş bir yapıya kolayca dönüşebilme olasılığı karşısında Atatürk bu dileğini yinelemedi ve ondan sonrada ölümüne dek Türk Dil Kurumunun çalışmalarını her fırsatta destekledi ve övdü.

Atatürk ölümüne iki ay kala Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'nun varlıklarını sürdüre bilmeleri için mal varlığından sağlanacak gelirin yarısını , bu iki kuruma bıraktı. Yazı devrimi zaman zaman dolaylı yollardan kemirilmek istenmesine karşın sapasağlam yerleşmiştir. Yazım kuralları uzun kararlılık döneminden sonra 1965 yılında kimi gereksinimleri karşılamak için ama pek te iyi hazırlanılmadan girişildiği anlaşılan düzenleme sonucu bir sarsıntı dönemi geçirmiştir.

1977 yılında geniş kapsamlı çalışma ile yeniden kararlığa kavuşmuştur. Önce ilk ve orta öğretim de kullanılan , sonrada yavaş yavaş yüksek öğretimde uzanan terim çalışmaları günümüzde hemen her uzmanlık alanını kapsayan terim çalışmaları ve sözlükleri ile gereksinimin büyük bir bölümünü karşıladığı gibi , yeni gereksinimleri de karşılayabilecek güç te olduğunu ortaya koymuştur.

Yazı dilinin , gündelik dilin Türkçeleştirilmesi ile yazarların , yazıcıların , aydınların çabaları geniş halk yığınlarının da desteklemesi ile büyük gelişmeler sağlanmıştır. Dil devriminin bu sonuçları sayılara vurularak en kısa ve somut biçimde şöyle özetlene bilir. Osmanlı canın en ağdalı dönemlerinde Türkçe'nin payı yüzde onlar da , yabancı dillerin payı yüzde doksanlarda iken , bu durum günümüz de ters yüz edilmiştir.

Böylece Türkçe elli yıl içinde karma ve yapay bir dilin yüzyıllar süren baskısından kurtularak bağımsızlığına ulaşmış , çağdaş dünyanın en çapraşık duygu ve düşüncelerini , en karmaşık bilim , felsefe , sanat konularını anlata bilecek yetenekte olduğu , bu yönde büyük bir gizli güç taşıdığını kanıtlamış Atatürk ‘ün bu yoldaki umudunu ve inancını doğrulamıştır. Sözlük bir dilin hazinesi yerindedir.

Dil kelimelerden oluşur , bu kelimeler de her dilin kendine has birtakım kurallarına uygun biçimde sıralanıp , bağlanarak insanın düşüncelerini anlatmaya yararlar. Her zaman bir dilin sermeyesi , kelimelerle bunların yapı , birleşme , sıralanma ve bağlanma kurallarından ibarettir. Dünyada kendi dilinin bütün kelimelerini bilen ve aklında tutabilen bir kimse düşünülemeyeceği gibi dillerini tamamen kurallara uygun olarak konuşabilen kimselerinde sayısı da pek azdır.

Bu durum ise her dilin dağarcığın da bulunan kelimelerden zaman geçtikçe bir kısmının unutulması kendine has kurallardan farklı biçimde söylenerek doğru kullanımdan uzak kalması kısaca geniş ve doğru iken dar ve yanlış bir dil olması sonucunu doğurur. Dilleri bu çöküş ve düşüşten kurtaracak olan ancak edebiyattır. Edebiyatın yani edebiyatçının bu konuda yapacakları hizmetin ilk adımı ise dilin olgunluk ve yetkinliğini ortaya koyan kelimelerini ve doğru kullanılmasını sağlayan kurallarını titizlikle korumaktır.

Bu iki noktanın birincisi dilin bütün kelimelerini içine alan mükemmel bir sözlük , ikincisi ise bütün kuralları toplayan bir Dil bilgisi kitabı yaratmakla mümkün olur. Bunun içindir ki bir yazı ve edebiyat dili haline geçirilmesi istenen her dilin en önce kelimeleri toplanarak bir Sözlüğün ve kuralları yazılarak bir Gramer kitabının hazırlanması eskiden beri herkesçe benimsenen yasa haline gelmiştir.

Hatta bu gün yer yüzünün en ıssız yörelerinde bulunan , en vahşi kavimlerin bile konuştukları dilleri öğrenmek isteyen Avrupalılar o dillerin Sözlüklerini ve Gramerlerini yazmakla işe girişirler. Bundan dolayı dilini doğru ve geniş bir edebiyat dili halinde korumak veya bu hale getirmek ve döndürmek isteyen bir ulus dilinin mükemmel bir Sözlük ve Gramer kitabını edinmeğe çalışmak zorundadır.

Bu gerçek herkesçe kabul edilmiş olduğu ve bütün medeni ulusların bu noktadan yola çıktıkları bilindiği halde bin seneden beri yazı - edebiyat diline sahip bulunmamıza rağmen , bu kadar uzun süre zarfında dilimizin ne kelimelerini toplayıp mükemmel bir Sözlük; ne de kurallarını tam olarak derleyip düzgün ve işe yarar bir Gramer kitabına sahip olamadık. Bu ihmal ve kusurumuzun sonucu olarak aslında hayli geniş ve zengin olan Türkçe'miz bir çok kelimelerini kaybedip Arapça - Farsçaya el açarak , bir şey ifade edemeyecek derecede dar ve kelimelerinin kök ve türemeleri belli olmayacak şekilde halkın söyleyişine bağlı yanlış ve bozuk bir dil halini almıştır.

Osmanlıca da adı ile anılan “Batı Türkçe si“ adı ile “Doğu Türkçe sin“ den ayrılması daha yerinde olan dilimiz Türkçe'nin bir koludur. Konuşulduğu yerlerin Orta - Kuzey Asya ya nispetle ilerleme - medenileşme açısından sahip bulunduğu imkan sebebi ile söyleyiş - anlatımca pek çok incelik ve güzellik kazanmış ise de Arapça ve Farsça dan ayrıca Rumca ve İtalyanca gibi yabancı dillerden aldığı kelime - deyimlere karşı kendi kelimelerinden bir çoğunu bırakıp kaybetmiş ve bu dillerin ses sistemlerinin tesirinde kalarak kendi asli ses sisteminden bir ölçüde ayrılmıştır.

Bununla birlikte “Doğu Türkçe si“ ile “Batı Türkçesi“ arasındaki fark zannedildiği gibi İtalyanca ile Latince ile Latince veya İspanyolca ile Fransızca arasında ki fark kadar , yani bu iki Türkçe den her birini diğerinden büs bütün ayrı ve kendi başına bir dil saydıracak derecede olmayıp , bu fark ancak kuzey - güney Almanca veya Toskana İtalyancası ile Napolitan İtalyancası arasında ki fark gibidir.

“Doğu Türkçesi“ ile “Batı Türkçesi“ bir tek dildir. Türkçedir. Ayrılma başlangıcı olan zamandan ( 7 - 8 yüzyıldan ) beri Türkçe'nin bu iki kolunu konuşanlar arasında ki bağ kesilip , iki taraf edebiyatçılarının biri birinden uzaklaşmaya çalışmaları; imla - yazış - anlatış biçimlerin de ayrı birer yol ve usul tutturup çalışmaları bu iki dili ayrı iki dil gibi göstermiştir. Bu iki kolun ayrıldıkları noktadan sonra hangisi daha çok değişip başkalaşmıştır?

Bu durum incelendiğinde açıkça görülür ki “Doğu Türkçesi“ hemen hemen eski halinde kalmış “Batı Türkçesi“ ise yüz yıldan yüz yıla büyük ölçüde değişikliğe uğrayıp bu gün ki duruma girmiştir. Bu halde “batı Türkçe“ sin de olan bu değişmeyi gelişmemi yoksa gerilememi diyeceğiz. Bu değişmede dilimiz bir yönde ilerlemiş , bir yönden de gerilemiştir. Gerek söyleyişte gerek anlatım da kazandığı incelik - kıvraklık ve Arapça - Farsça ile başka dillerden aldığı çok sayıda kelimelerle kazandığı genişlik bir ilerlemedir. Ancak Altay dillerinin temel ve genel kuralları olan uyuma bağlılığını kaybedip bu uyumla asla bağdaşmayan kelimeler ve deyimlerle dolması Özbeöz Türkçe olan binlerce kelimeyi unutulma köşesinde bırakıp başka dillere yer açarak adete bu diller türlüsü durumuna geçmesi elbette gerilemedir.

Kısaca diyebiliriz ki: Doğu Türkçe si söyleyiş ve anlatımca biraz daha kaba; Batı Türkçe si ise daha ince ve güzeldir. Ne var ki kural ve esas bakımından Doğu Türkçe si doğru ;Batı Türkçe si yanlıştır. Arapça - Farsça ile başka yabancı dillerden aldığı kelime - deyimlerle Batı Türkçe si daha geniş ise de Türkçe kelimeler - deyimler bakımından Doğu Türkçe si daha zengindir. Türkçe'nin bu iki büyük kolunu iyice inceleyip karşılaştırdığımız da şu gerçekleri görürüz;

İkisinin de gramer kuralları esas olarak bir ve ortak olup aralarında ki fark bunların ayrı ayrı iki dil sayılmasını gerekli kılacak derecede değildir , aksine bir dil olduklarını ispat için en büyük kanıt bu Gramer birliğidir. İmla - söyleyişçe olan fark bir yana bırakıldığında her ikisi içerdikleri kelimelerin üçte ikisinden fazlası ikisi arasında ortaktır. ki bu da bir dil olduklarını gösterir.

Çağatayca da öz Türkçe olarak bir çok kelime buluyoruz ki bu gün “ Batı Türkçe “ si İstanbul'da kullanılmıyor ise de , hepsi bilinmez de olmayıp bir takımı düne kadar kullanılıyordu. Eski şair - yazarlarımızın eserlerinde bulunduğundan edebi dilimizin malıdır. Bir takımı ise Anadolu da bu gün kullanılıp yalnız bir miktarı Osmanlılar tarafından hiç kullanılmayarak Çağatayca ya özel kalmıştır.

Bunlardan da bazılarının bizim Türkçemiz de anlamca eşleri bulunduğu halde bazılarının karşılıkları olmayıp biz onların yerine Arapça - Farsça - Yabancı kelimeler kullanıyoruz. Bunların yabancılığı , Çağatayca'da kilerin Türkçeliği söz götürmez olduğundan bunlara Çağatayca adını vermek yanlıştır. Bunlar öz ve saf Türkçe kelimelerdir ki bizde ihmal edilip unutulduğu halde Doğuda soydaşlarımız tarafından , yani Türkçenin beşiği ve asıl yeri olan Türkistan da korunmuştur.

Batı Türkçemizde doğuda ki soydaşlarımızın anlamadıkları bir çok kelime vardır. ki bunların bir çoğu Batı dillerinden alınmadır ve bazıları da konuşma dilinde kullanılan yeni kelimelerdir. Dilimizin bu şekilde dağılıp ayrılmasına yol açan durum ise , mükemmel , bütün kelime - deyimleri içine alan bir Sözlük ve yazılmış bir Gramerinin olmamasıdır. Her dilin en mükemmel ve en geniş Sözlüğü yine o dille konuşanlar tarafından yazılıp ortaya konur.

Dilimiz için hazırlanacak Sözlük bu dilde kullanılan gerek Türkçe asıllı gerekse başka dillerden alınma kelime - deyimlerin hepsini içine almalı , dilimiz de kullanılmayan kelimelere yer vermemelidir. Arapça kelimelerin bir takımı dilimizde Arapça da hiç bir zaman taşımadıkları bir anlamda kullanılıyor veya Arapça da hiç işitilmedik bir kalıptan türetiliyor. Biz Türkçe de yeni kelimeler türetebiliriz ama Arapça da ayni işleri yapmaya hakkımız yoktur.